6 Şubat Depremlerinin 2. Yılı: Türkiye Sıradaki Afeti Çaresizce Beklemektedir! Sorumlular Bir An Önce Harekete Geçmelidir!
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulunun, 6 Şubat Depremlerinin ikinci yıl dönümünde yaptığı açıklama.
Eklenme Tarihi: 06/02/2025
Bugün, ülkemizi derinden sarsan
ve tüm yurttaşlarımızın hafızalarında unutulmayacak acılar bırakan 6 Şubat 2023
Kahramanmaraş merkezli depremlerin ikinci yıl dönümünü geride bırakıyoruz. Aynı
gün ardı ardına Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçeleri merkezli meydana
gelen depremlerde resmi verilere göre yaklaşık 40 bin bina yıkılmış, 200 binden
fazlası ağır hasar almış, 11 ilde 14 milyonu aşkın nüfusu doğrudan etkileyen bu
yıkımın sonucunda 50 binin üzerinde yurttaşımız hayatını kaybetmiştir. Bu büyük
felakette hayatını kaybeden yurttaşlarımızı saygıyla anıyor, ailelerine ve
yakınlarına bir kez daha başsağlığı diliyoruz.
6 Şubat Depremleri, etkilediği
coğrafi alanın genişliği, nüfusun fazlalığı ve yıkımın boyutu itibariyle, yıllarca
etkisini sürdürecek bir toplumsal travma yaratmıştır. Bununla birlikte bilimin
ve mühendislik uygulamalarının gelişimine, ülkemizin bu alandaki beşeri
kaynaklarına dayanarak, Türkiye gibi aktif fay hatlarıyla örülü bir coğrafyada deprem
endişesiyle yaşama çaresizliğine mahkum olmadığımız rahatlıkla söylenebilir. Fakat
ne yazık ki, bilime ve mühendisliğe kulak tıkandığı, meslek odalarının yok sayıldığı,
geçmişteki acı tecrübelere rağmen bunca yıldır önlem almayan sorumlulardan
hesap sorulmadığı sürece yeni felaketlerin de kapımızda olduğu bilinmelidir.
Deprem istatistiklerine göre ortalama
her altı yılda bir büyüklüğü 7 veya üzeri, her yıl iki adet 6 veya üzeri bir
deprem meydana gelmekte ve ne yazık ki bu depremler önemli can ve mal
kayıplarına yol açmaktadır. Türkiye’de her yıl ortalama 25 bin civarında deprem
olduğu, 6 Şubat Depremlerinin artçı yoğunluğu nedeniyle 2023 yılında 74232,
2024 yılında ise 31890 deprem meydana geldiği bilinmektedir. Bu veriler,
ülkemizin depremselliğinin açık bir göstergesidir. Asıl şaşırtıcı olan, deprem
olaylarına aşina olmamıza karşın depreme yönelik hazırlıklarımızın bu kadar
geri kalmasıdır.

Kaynak: AFAD
Yakın bir gelecekte de büyük
depremler yaşayacağımız gerçeği bilimsel bir hakikattir. Tam olarak ne zaman ve
nerede meydana geleceği bilinmese de bilimsel veriler ışığında deprem
olaylarını öngörmek mümkündür. Nitekim AFAD tarafından yapılan senaryo
çalışmasına göre Kuzey Anadolu Fayında, Marmara Denizi'nde meydana gelebilecek
7.5 büyüklüğündeki bir deprem sonucu 44 bin 802 binanın yıkılacağı, sadece İstanbul
kent merkezinde 26 ile 30 bin arasında yurttaşımızın hayatını kaybedeceği varsayılmaktadır.
Ülkemizin depremselliği bilinen
bir gerçektir. Bilinmez olansa her an deprem beklenen aktif fay hatlarıyla
örülü bir ülkenin yapı stokunun durumudur. Öyle ki yapı stokumuzun
belirsizliğini gözler önüne seren acı bir olay yakın zamanda Konya ilinde
yaşanmıştır. Konya’da, 4 katlı bir bina, deprem gibi herhangi bir dış etken
dahi olmaksızın kendiliğinden çökmüştür. Üstelik, bir yapının kendi kendine
çökme olayının ülkemizde ilk kez yaşanmadığı da bilinmektedir.
2025 yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık
Programına göre 2024 yılı Eylül başı itibarıyla Türkiye’de toplam konut sayısı
42,2 milyondur. TBMM’de Kahramanmaraş Depremlerinden sonra kurulan araştırma
komisyonunun Mayıs 2023 tarihli raporuna göre, 6-7 milyon konutun en kısa
sürede dönüştürülmesi gerektiği ifade edilmektedir. 6306 sayılı Kanun’un
yürürlüğe girdiği 2012 yılından 5 Nisan 2023 tarihine kadar, ülke genelinde
781.333 konuta riskli yapı tespiti yapılmış, 711.545 konutun ise yıkımı
gerçekleştirilmiştir. Yani 11 yılda, riskli görülen 6-7 milyon yapının yalnızca
yaklaşık yüzde 10’u kadar dönüşüme girmiştir. Ülke genelinde 7 milyon
civarında konutun olası bir depremde yıkılması söz konusuyken, bu hızda
ilerlerse, tüm riskli yapılarımızın dönüşümü, ancak yüz yıl sonra tamamlanmış
olacaktır, tabii yapı stokumuza yeni riskli yapılar eklenmezse…
Gerçeklerle vaatler arasında
derin bir fark görünmektedir. Bu fark 6 Şubat Depremlerinden sonra başlatılan
deprem konutları çalışmalarında da açığa çıkmıştır. Depremlerin hemen ardından
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından 319 bini bir yıl içinde olmak
üzere toplam 650 bin konut inşa edileceği sözü verilmiştir. Bırakalım bir yılda
319 bin konut yapımını, depremin 2. yılı geride kalırken, yalnızca 201 bin
konutun tamamlandığı Bakanlık tarafından açıklanmıştır. Depremlerin üzerinden
geçen 2 yılın ardından vaat edilen konutların yalnızca yüzde 31’i
tamamlanmıştır. Tamamlanan konut alanlarında da elektrik, su ve kanalizasyon
hizmetlerinde, kent için ulaşımda yaşanan yetersizlikler günlük yaşamı olumsuz
etkilemektedir. Yine bu hızda ilerleyeceği varsayılırsa, vadedilen deprem
konutlarının tamamlanması en az 4 yıl daha sürecektir.
Kaynak: ÇŞİDB
Benzer bir durum köy konutlarının
inşasında da mevcuttur. Depremin ardından 143 bin 271 köy konutunun yapılacağı
vadedilmiştir. Şu ana kadar Bakanlık tarafından yapılan açıklamalarda köy
konutlarının yalnızca 22’sinin tamamlanma aşamasına geldiği anlaşılmaktadır. 31
bin köy konutunun 2024 sonu itibariyle tamamlandığı belirtilirken, şu ana kadar
ihalesi yapılan toplam köy konutu sayısının ise 60 bin civarında olduğu ifade
edilmektedir.

Kaynak: ÇŞİDB
Deprem bölgesinde birçok ilde ağır
hasarlı yapıların yıkım işlemlerinin bile henüz tamamlanmamış olması, bölgenin
daha uzun yıllar normal yaşama dönmesinin zor olduğuna işaret etmektedir.
Konut üretimiyle ilgili sorunlar
bir yana, deprem bölgesinde bugün hala altyapı, ulaşım, sağlık, eğitim gibi
yaşamsal konularda çok ciddi sorunlar devam etmektedir. Bir kışa daha deprem
bölgesinde geçici barınma alanlarında giren depremzedeler, elektrik ve su
kesintilerinin yarattığı olumsuzlukların yanı sıra temiz suya erişim sorunları,
hijyen koşullarının sağlanamaması nedeniyle de salgın hastalık başta olmak
üzere önemli sağlık sorunlarıyla karşı karşıyadır. Çadırlarda ve konteyner
kentlerde sel ve yangın gibi olaylar meydana gelmekte, deprem felaketinden canlarını
zor kurtaran depremzedeler başka felaketlerle karşı karşıya kalmaktadır.
Enkaz atıklarının yönetimindeki
kuralsızlık da asbest yayılımı başta olmak üzere çok ciddi çevresel sorunlara
yol açmaktadır.
Öte yandan 6 Şubat Depremlerinin
ardından başlatılan yargı süreçlerinde ise yıkımın gerçek sorumlularının ortaya
çıkarılmasından uzaklaşılmakta, tüm sorumluluk, günah keçisi ilan edilen teknik
elemanların üzerine yıkılmaktadır.
Basına yansıyan verilere göre, şu
ana kadar açılan davalarda en az 5 bin kişinin ölümüne sebep olan binaların
sorumluları yargılanmaktadır. Bu davalarda ise sadece 60 civarında kamu
görevlisi hakkında "bilinçli taksirle birden fazla insanın ölümüne ve
yaralanmasına neden olma, resmî belgede sahtecilik, taksirle ölüme ve
yaralanmaya neden olma, görevi kötüye kullanma" suçlarından soruşturma
izni verilmiştir.
Kuşkusuz yıkımda sorumluluğu
bulunan herkes yargı önüne çıkarılmalı, gerçek sorumlular tespit edilip
cezalandırılmalıdır. Unutulmamalıdır ki halkın can ve mal güvenliğiyle doğrudan
ilgili olan deprem riskine karşı tedbir almak, bu hususta gerekli denetimleri
yapmak siyasi iktidarın, merkezi ve yerel yönetimlerin sorumluluğudur. Son 20
yılda 6 imar affı yasası çıkararak mevzuata aykırı eklentiler veya
değişiklikleri gerekli tedbirler almadan kâğıt üstünde yasal hale getiren,
yasalara aykırı olarak üretilen ve mühendislik hizmeti almayan yapıları “imar
aflarıyla” bağışlayarak kaçak yapıların/yapılaşmanın yasallaşmasını sağlayan,
ülkemizdeki yapı üretim sürecine halkın can ve mal güvenliğini yadsıyarak
sadece kâr odaklı bakan siyasi iradenin sorumluluğu görmezden gelinmektedir.
Yıkılan binaların hangi sebepten
yıkıldığı net olarak ortaya konulmadan, yıkım sebepleri ve sorumluluk zinciri
tespit edilmeden, tasarım, yapım ve denetimden sorumlu meslektaşlarımız halen
cezaevlerinde tutuklu bulunmaktadır. Tutuklamalar bir tedbir olmaktan çıkmış ve
öne alınmış ceza gibi uygulanmaya başlanmıştır. Ceza yargılamasının en temel
ilkelerinden olan masumiyet karinesi meslektaşlarımız açısından, suçsuz
olmadığı hükmen sabit oluncaya kadar suçlu sayılacaktır, şeklinde tersine
çevrilmiştir.
Yargılamalarda hâkime yardımcı
olması beklenen bilirkişi raporları, bilimsel ve teknik pek çok hata içermekte,
hukuka aykırı olarak kusur belirlemesi yapılmakta, söz konusu bilirkişi
raporlarının olayın özelliği gereği doğrudan yargılamaya yön vermesi nedeniyle
adil bir yargılamadan uzaklaşılmaktadır.
Sonuç itibariyle;
6 Şubat Depremlerinin ardından
oluşan kamuoyu baskısıyla gündeme gelen yapı üretimi ve denetimi süreçlerinin
sağlıklı ve güvenli bir şekilde yürütülmesi ve yıkımda sorumluluğu bulunanların
adil bir şekilde yargılanması talepleri, aradan geçen iki yılın sonunda
sulandırılmış, giderek toplumun gündeminden çıkarılmıştır. Denilebilir ki 17
Ağustos Depreminden sonra depreme hazırlık konusunda büyük vaatlerin kısa süre
sonunda unutulduğu ve bu nedenle aradan geçen çeyrek asırda hiçbir ciddi
ilerleme sağlanmadığı için aynı acıları tekrar yaşadığımız gibi, 6 Şubat
Depremlerinin akıbeti de benzer yönde ilerlemektedir. Böylelikle yarın yine bir
depremde daha, aynı acıları yaşamak kaçınılmaz hale gelmiştir.
Depremin ikinci yılında,
kaybettiklerimizin acısı yüreklerimizde tazeliğini korurken, gelecekte deprem
zararlarının etkisini en aza indirmek için daha kapsamlı ve etkin adımlar
atılmasının gerekliliğini bir kez daha vurguluyoruz. Riskli yapı stokumuzun
dönüştürülmesinden yapı denetim sisteminin baştan sona yeniden düzenlenmesine,
yapı üretim sürecini belirleyen mevzuatta ve uygulamalardaki eksiklerin ve
hataların düzeltilmesinden proje, imalat ve denetim aşamalarında mühendislik
hizmetlerinin tam ve etkin olarak verilmesinin sağlanmasına kadar atılması
gereken adımlar, yapılması gereken düzenlemeler Odamızca ilgili kamu
idarelerine ve kamuoyuna defalarca açıklanmıştır. Bu açıklamalarda ve
raporlarda ifade edilen çözüm önerilerinin bir an önce hayata geçirilmesi ve
meslek odalarının bu sürece dahil edilmesi gerektiğinin altını çiziyoruz.
TMMOB İnşaat Mühendisleri
Odası
Yönetim Kurulu
Açıklamayı pdf okumak için tıklayınız.